13 Ekim 2013 Pazar

Murathan

beklentisi yüksek olan kadınların yalnızlığı daha koyu oluyor.
ummak ve beklemek kadınlığa verilmiş iki cezadır.
-murathan mungan

27 Mayıs 2013 Pazartesi

keşke (geçmiş zaman) dememek:

bir şey var seninle ilgili; sanki şu an için değil ya da sadece o anda kalması gereken.

11 Ocak 2013 Cuma

Herkesin kaçış yöntemi kendine.



Yukarıdaki söz Friedrich Nietzsche’ye ait, bir süre önce not almıştım, dün yine bir arkadaşımla yaptığımız konuşmadan sonra aklıma geldi. Aslında genele baktığınızda toplu bir delirme hadisesiyle karşı karşıyayız. Herkes bir şekilde bir şeylerden kaçma halinde. Çok düşünen, sorgulayan herkesin her alanda kendi mutsuzlukları var. Fazla düşünmemek için farklı şeylere sarıyoruz topluca. Kimisi terapilere gidiyor, kimisi antidepresanlara başvuruyor, kimi alkol ve türevleriyle kendini uyuşturuyor. Hepsi bir kaçış kapısı bulmak, gerçeklerle yüzleşmemek, çok düşünmemek için.. İnsanoğlunu diğer canlılardan ayıran en önemli özelliğinin gün gelip başına bu kadar dert açacağı bilinebilir miydi acaba? Yukarıda saydıklarım bilinen, herkes tarafından gözlemlenen davranışlar ama olayın bir de aynen Nietzsche’nin de belirttiği gibi yan yolları var. Ve aslında benim kafama takılanlar onlar.. 

Çok çalışmak, çok konuşmak, birinin içinde kendinizi kaybedecek kadar ona bağlanmak, aileye sığınmak, bir hobiye, gerçekleşmeyecek bir hayale sağlıksızsız bir şekilde fazla önem vermek.. bunların hepsi kaçış yöntemleri baktığımızda. İş yoğunluğu son zamanlarda artan ve bir şekilde sosyal hayattan biraz geri durmak mecburiyetinde kalan bir arkadaşıma, “peki sen bu durumdan memnun musun?”diye sorduğumda, evet gün içinde hiçbir şey düşünmüyorum bu sayede diye cevap verdi mesela. Bir şeyleri düşünmemek, sorgulamamak için başka şeylerde kendimizi kaybetmemiz gerekiyor sanırım artık. Olaylar çok hızlı gelişiyor, çok şey biliyoruz, çok fazla bilgiye ulaşıyoruz ister istemez. Herkes bir şekilde analitik düşünme mecburiyetinde, sadece iş konularında değil en basit insan ilişkilerinde bile olay alış-veriş’le ölçülmeye başlandı. Evet, kendime ayıracağım 2 saati Ayşe’yle kahve içmeye ayırabilirim, ama bunu ona ayırabiliyorsam o saatte onun bana değecek bir şeyler sunması lazım?! Günümüzde insan ilişkilerine bakış üç aşağı beş yukarı bu şekilde. Sonuçta ne oluyor? Fazla düşünüyoruz, yalnız kalıyoruz, karşımızdakinin yerine kendimizi koyma yetimizi kaybediyoruz ve bencilleşiyoruz. Sonra da bunları düşünmemek için farklı şeyler uyduruyoruz kendimize. Burada benim ya da arkadaşlarımın yazdığı çoğu şey “durum tespiti” şeklinde, gündelik yaşamımıza aklımıza gelen, bir yerlerde okuduğumuz, izlediklerimizin bize düşündürdükleri hepsi. Yani çözüm yolu, doğru cevap aslında çoğu kez yok. Daha öncede belirtmiştim yaş ilerdikçe, tecrübe aldıkça herkesi kendi koşulları içinde değerlendirip anlayabilme yetisi geliştiriyorsun, en azından bizde böyle oldu. Ama bir yandan da anlayamadığımız şeyler var, aslına bakarsanız doğrusunu da bizim yapıp yapmadığımızı bilmediğimiz. Eminim birçok kez biz de çeşitli yollardan sapmışızdır hatta bu kaçış yollarına, belki de 21.yyda delirmemenin gerçek yolu bu.. 

Basitlikten gitgide uzaklaştığımız bu günlerde, hayatınızda kalan ufak samimiyet kırıntılarına, gözlerinin içine bakabildiğiniz, yanında rahat olabildiğiniz, oynama ihtiyacı duymadığınız insanlara gelsin bu yazı. Samimiyet, açık olmak en büyük erdem unutmamak lazım.

Herkese güzel hafta sonları :)

Tugce!






9 Ocak 2013 Çarşamba

Ruyalar Gercek Olsa...

Harcanmasın, bulunsun, nasıl bir kafadır hatırlansın diye bazı rüyalarımızı yazmadan edemediğim bir gündeyim. Hani yaşanmışlıklarla daha komik oluyor ama belki sizi de biraz gülümsetir :)

1. tekil kişi anlatsa da kimdir bu karakterler diye merakınız olmasın çünkü:

"I am he as you are he as you are me and we are all together"



RUYA 1:

Rüya 1'de ben bir "cadı"yım. Gerçek olsa ennn çok olmak istediğim şey; hani "Büyüyünce ne olucaksın? Cadı." gibi... Sadece annemi seçebiliyorum ama biz -çoluk çocuk- kalabalık bir cadı ailesiyiz. Siyah giyinmişiz, kafamda siyah cadı şapkam (yaşasın!). Baya prototip hem de; siyah bir kedimiz dolanıyor ortalıkta, adı "Salem". Ben, Cadı 1, kütüphaneden yeni çıkmışım elimde 2-3 kitap, bir bakıyorum bir tanesi benim el yazılarımın olduğu (okuyamıyorum ama nece yazılmış anlamadım, herhalde eski bir dil) cadı (büyü) kitabımızı da yanlışlıkla kütüphaneye vermişim, almışım, oraları bir karışık. Eh böyle bir ifşa sonucu aile paniğe kapılıyor; herkes bizim cadı olduğumuzu öğrenecek! Ailenin kıdemli bir cadısı bana baya bir kızıyor sonra da kitabı yakmalıyız triplerine giriyor. Neyse kitabı yakıyoruz, ben bi üzülüyorum. Halbuki kendi emeklerimle oraya bir şeyler karalamışım hepsi yok oluyor.

Bundan sonraki sahne çok güzel bir deniz kenarı. Bir tek ben ve atım varız orda (zaten hava soğuk ama nedense denize girmeye niyetliyim). Ata biniyorum, ayakları denizle kumun birleştiği yerde genelde. Sular fış fış koşarak gidiyor. Sonra denize yöneliyor, hoop birlikte suyun içindeyiz. Yüzüyorum yüzüyorum (yüzmeyi çok özlemişim, bu sahne baya uzun sürüyor) Sonra, bir büyü yapmışımdır herhalde, suyun altında atla birlikte takılıyoruz. Çıktığımda sudan inatla atımı bırakmıyorum, tekrar biniyorum ve neyse ki uyanıyorum:)


RUYA 2:

Rüya 2 daha çok normal hayatta yaşananların bilinçaltıyla birleşmesinden kaynaklı, saçma ama -hayatınızı bilenlere- anlatıldığında güldüren türden... Bir "lise" arkadaşının abisinin düğünü varmış. Bir elbise giymişim, kendimi çok tarz sanıyorum fakat rüyayı izleyen taraf olarak "böyle bir rüküşlük yok" tepkisi az bile geliyor bana aynı anda. Mini, dekolteli, kırmızı, üzerinde güller aman allahım daha fazla yazamam türden. Bu arada geç kalıyorum, vardığımda tanıdık yüzler, güzel ortamlar. En sevdiğim kız arkaşlardan X'in yanına oturuyorum çünkü düğün sinema salonundaymış. Diyorum beğenmedin mi elbisemi, her zaman dürüst canım arkadaşım yani biraz fazla mı, çok beğenmedim açıkçası dediği için bi yıkılıyorum. (Rüyamı anlattığım gerçek dünyamızda da kahkahalar atıp flemenkocu musun sen diyip hayatta olmak istediğim 2. şeyi de bana hatırlatıyor.) 

Neyse rüyaya geri dönelim: Kafamı bir çeviriyorum: ex and his besty - no need & boring. Çok değişikti, bakmıyorum bile o tarafa. En sonunda böyle hissetmek rahatlık ve huzurmuş onu anlıyorum. Burda bitmiyor, ilginçleşiyor. X bana ex'in ayakkabılarına bak lütfen diyor. Betimliyorum: bebek mavisi üzerine, dallı yapraklı (yeşil-kırmızı) güller ve hafif topuklu bir ayakkabı. Ayakkabılara gözüm takılıyor, sonra seremoni bitiyor. Son sahne sadece o ayakkabılarla yürüyen iki kocaman ayak...




Rüya dizisine kesin devam ederiz bu kafalarla... Şimdilik tatlı rüyalar!


-alev

7 Ocak 2013 Pazartesi

hiçbir yeniden kolay değildir.



Hayat seçimlerden ibaret. Seçtiğiniz yollar, kişiler, verdiğiniz kararlar sizi belli bir yere yöneltiyor, kendi verdiğiniz kararların sonuçlarına katlanmak kalıyor size. Şimdilerde, o kadar çok konuşuluyor ki o ya da bu şekilde en büyük problem verdiğiniz kararların ne kadarı sizin ne kadarı başkasının yönlendirmesi, hayatınızın direksiyonunda kim var, kim yönlendiriyor içinde bulunduğunuz aracı? Belli yönergeler almak, “akıl akıldan üstündür”, paylaşmak güzeldir hepsine tamam. Ama bir yerden sonra durmak lazım. Değerlendirmek lazım. Yaşamınızın 1.mevkiinde sizin oturduğunuzu unutmamanız lazım. O kadar garip ki, yeni birşeylere başlarken bile başkalarının korkularını çekiyorsunuz üstünüze, herkesin geçmişi omuzlarınızda, zaten sizin getirdiğiniz tecrübeler aranızda dururken bir de bambaşka fikirler uçuşuyor. Sonuçta yük üstüne yük biniyor. Zaten birine güvenmek zor, çok zor. Gerçek birşeyler yaşamak da aynı şekilde, onu yakalamak, fark etmek, denk gelmek, anlık sevinçlerin, tutkuların ötesine geçebilmek, birine “anlam yüklemek”.. evet birine anlam yüklemek çok zor. Her şey kolay tüketiliyor, gelişine yaşanıyor artık ilişkiler. İyi kötü yaklaşık 30 yıllık bir mevcudiyetimiz var artık dünyada, bir o kadar hayata dokunduk; kimileri yanlış anladı bizi, kimileri çok sevdi. Bazılarına gerçek yüzümüzü gösterdik, kimilerine yüzeysel, yansıtmak istediklerimizi yansıttık sadece. O veya bu şekilde izimizi bıraktık, hepsi onlarla yaşamaya devam edecek. Hepsine sizi sorduklarında verdikleri cevap değişecek belki, bundan sonra sizin hayatınıza girenleri de bu değerlendirmeleriyle kabul etmek zorundasınız. Körü körüne birşeyler yaşamak hiçbir yarar getirmez, ama korkarak da bir yere varılmıyor, bunu unutmamak lazım. Gün geliyor alakasız biri, yakınınızda olup bir şekilde yollarınızın kesişmediği biri en yakın arkadaşınız olabiliyor. Sizi şaşırtan insanlar çok az, bulunca kıymetlerini bilmek lazım; hayatta sizi şaşırtan, aldığınız büyük kararlardan döndüren olaylar da çok nadir, tadını çıkarmak lazım. Her şeyden önce birine güvenebilmek yetisini korumak lazım, geçmişte ne yaşadıysanız yaşayın, çevrenizdekiler ne derse desin, sizi siz yapan özelliklerinizden vazgeçmemeniz lazım. Hep üstüne basarak söylüyorum herkese, “şu an” çok önemli, geçmişin gölgeleri, geleceğin korkularından sıyrılıp bugünde olmak kazanılması gereken en büyük yeti.

Romantik misiniz? sorusuna -“Ben romantik bir devrimciyim, Nazım Hikmet gibi” diye cevap veren Murathan Mungan bitirsin bu yazıyı:
"o kadar çok anlattım ki
kendime kaldım anlatmaktan...
bunaldım kendisiyle boğuşmasını
başkalarında çözmeye çalışan insanlardan "

Herkese güzel haftalar!

Tuuce.