17 Ağustos 2012 Cuma

Twentysomething.. Evet biliyorum kafanız karışık!

 

Geçenlerde bir yazı okudum,”20’li yaşlarınızda olmak neden harikadır?” adında. Sanırım dönüp dolaşıp okunması gereken yazılardan bu da. Özellikle kafası karışık 20’li yaşlarını sürmekte olan bizler için. Üniversiteden ilk mezun olduğumda herkesin olduğu gibi ne yapmam gerektiğiyle ilgili kafamda net bir şey yoktu, birçoklarının aksine iş konularında şansım yaver gitti, yaşamak istediğim şehir dışında bir yerde olsa da istediğim işe çaba harcamadan (ve aslında çok fazla da sorgulamadan) girmiş bulundum.  Ana konudan sapmak istemesem de burada büyük başka bir soru bizi bekliyor aslında kaderimizi ne şekillendiriyor gerçekten? Hayatta eminim hepinizin başına gelmiştir, her şey planladığınızın tersi yönünde ilerlemiştir. Tek bir adımı atmanızla, tek bir telefonu açmamanızla ya da bir yerlere 10dk geç kalmanızla başka yerlerde bulmuşsunuzdur büyük büyük planladığınız geleceğinizi.  Ben sanırım geleceği belirleyen şeyin en çok şans olduğuna inanıyorum aynı büyük usta Woody Allen’in “Match Point” filminde bahsettiği gibi :




Eğer es kaza doğru zamanda doğru yerde olabilirseniz, hayatınızda yaptığınız tüm yanlışların ve doğruların sonuç olarak sizi o “mükemmel noktaya” getirdiğini düşünebilirsiniz. En basit hali ile; söz gelimi Dünya Kupası finalinde inanılmaz derecede kötü bir performans geçiren forvet oyuncusunun 90. dakikada, direkten dönen topun yöneldiği doğru yerde olup, golü bulması ve galibiyeti getirmesi gibi. İşte bu noktada geçmişte yaptığınız, pişmanlık ve mutluluk duyduğunuz her şey anlamını yitiriyor.  Sonucu getiren o tek noktada bulunmanız ve “şansınızın” yerinde olması anlamı olan tek şey oluyor.

Daha uzun yaşamak için sigara içmeyebilir, çok iyi beslenebilirsiniz ama uzun yaşamanız aynı zamanda bir otobüsün size çarpmamasına ya da bindiğiniz uçağın düşmemesine de bağlı. Ve bu nereye kadar sizin elinizde olabilir ki?”




Şans hayatımızdaki büyük faktör olsa da kobay fareleri gibi sağa sola sapan bizler geleceğimizi planlamaktan geri durmuyoruz. İşte tam da okuldan mezun olduğum kafamda soruların uçuştuğu sıralarda Jamie Cullum ve twentysomething şarkısı kulağımda çınlamaya başladı ve uzun yıllar bana eşlik etti. O zaman bu şarkıyı dinlediğimde evet demiştim, herkes benimle aynı sayfada yer alıyor. Yazınının başlığında da yer alan “twentysomething” benim için en çok bu şarkıyla eşleşiyor. (burada blogun 3. Yazısında bazı uyarılar yapmam yerinde olacak. Herkesin beyni aşağı yukarı aynı çalışsa da benimkinin yaşadığı anları şarkılarla eşleştirme gibi bir özelliği var. Aynı anı yaşarken kafamın derinliklerinde küçük bir manyak hemen konuya uygun bir soundtrack arayışına giriyor, dolayısıyla blogda müzik bize çok eşlik edecek, alışmakta fayda var) Şarkıyı hiç dinlememiş olanlarınız burdan dinleyebilir:





Gördüğünüz gibi kafası karışmış 20’lerinde birinin ne yaptığını bilmemesiyle ilgili bir şarkı bu. 20’lerinde olmak, başı ya da sonu fark etmiyor, hayatınızın en karışık dönemine işaret ediyor. Dediğim gibi başlarda ne yapmak istediğinizi çözmeye çalışırken biraz da hayatla beraber sürükleniyorsunuz. Sonlarına doğru geldiğinizde ise (aynen benim şu an yaşadığım gibi) saptığınız yolları sorgulamaya başlıyorsunuz. Daha çok öğrenmiş, daha çok kendini tanıyan, ne istediğini bilen bir siz var bu sefer, ama kafası 20’lerinin başlarında olduğundan az karışık değil emin olun bana.

Başı, sonu derken 27 yaş önemli bir yaş bu açıdan bilenleriniz vardır eminim. “Club of 27” denilen bir kavramı hayatımıza sokan şey (evet, keşke sokmasaydı) birçok kafası karışık ikonik ünlü figürün aramızdan bu yaşta ayrılmayı seçmeleri. Seçmeleri diyorum çünkü  “jimi hendrix, janis joplin, jim morrison, kurt cobain, amy winehouse...”dan ve daha nicelerinden oluşan bu club 27 üyeleri daha yapacak çok işleri olan ama hayatlarının yükünden erken bıkıp savaşmayı bırakanlardan oluşuyor gördüğünüz gibi. 
Tabi ki hiçbirimizin onlar kadar karışık hayatları yok belki de (kime göre, neye göre?) ama benim çevremdeki herkesin de bu yaşlara tepkisi, işlerini bırakmak, şehirlerini, ülkelerini terk etmek ya da uzun süreli ilişkilerini iyi kötü bir şekilde nihayete erdirmekle oluyor.


Şimdi yine belki okuyanlardan bazıları ben asla böyle şeyler yaşamıyorum ve 20’li yaşlarımı çok seviyorum diyordur. Bravo hepimiz seni takdir ediyoruz riyakar polyanna, ne yazık ki bizler senin kadar şanslı değiliz. İşte bu yazı da bizim gibi şanssız kesime sesleniyor; dolayısıyla bundan sonrası senin için uzaylıları gözlem tadında geçecek. Evet şimdi gelelim yazının 20’li yaşlar neden harikadır? Ve hepimiz neden mutluluktan uçmalıyız kısmına, ki benim gibi son senelerini yaşayanlar konsantre şeklinde uçmalılar baştan uyarayım..


Her şeyden önce 20’ler en çok “tecrübe” içeren yaşlar sanırım. Ama tecrübe derken hiçbir şey bilmeden kendinizi bir kör dövüşünün içine attığınız biraz saf bir tecrübeden bahsediyorum. Kendinizle beraber o yaşa kadar getirmiş olduğunuz dış dünya algısını değiştiriyorsunuz, deriniz kalınlaşmış, farkındalığınız artmış oluyor günün sonunda. Hata yapmaya en açık olduğunuz ve kimseye bağlı olmadan ayaklarınızın üstünde durduğunuz yaşlar bunlar. Eminim sizden büyüklere saçma gelen dertleriniz, evet biliyorum aramayan sevgililer, çok zor(!) olan üniversite dersleri, stajlar, iş bulma dertleri, yıkılan/yeniden başlayan arkadaşlıklar hep bu yaşta. Ailenizin korumasından çıktınız ve ayaklarınız üstünde durdunuz. Durduğunuz yerden memnun değilsiniz, aslında hiçbir şey bilmediğinizi düşünüyorsunuz ve evet haklısınız. İyi haber zaten bilmek zorunda da değilsiniz çünkü siz sadece (hala) twentysomething’siniz..



Şimdi neden güzel peki bu yaşlar? Birçoğunuz için (evliler ve çocuklular merhaba) sorumlulukların sadece sizinle sınırlı olduğu yaşlar her şeyden önce ve onun için varlar. Saatlerce saçma sapan bir erkek için ağlamanız için, dışarı çıkmadan kıyafetinizi bir milyon kere değiştirmeniz, über sonik içkiler içip, kendinizi kaybettiğiniz, kıyafetiniz ve makyajınızla yattığınız geceler için, başkasına garip gelen her türlü garip hobinizle ilgilendiğiniz, gerekirse yataktan hiç çıkmadığınız ya da bir hafta eve hiç girmediğiniz günler için varlar. Size uygun olmadığını başından beri bildiğiniz biriyle olmayı hayal etmeniz için, başkasında kendinizi tamamlamaya çalışmanız ve sonunda işin kendinizde bittiğini görmeniz için varlar. Aslında en çok hala emin olamadığınız onlarca şeyi umursamamanız için varlar sanırım, biz her ne kadar tam tersini yapsak da.


Bir gün geriye dönüp baktığımızda sorgulamayla geçen her an için çok pişman olacağımızı düşünüyorum. Özellikle 20’lerinin sonlarında olanlar kendilerini kapana sıkışmış hissediyor olabilirler ama baktığınızda sizi tutan hiçbir şey yok. Hatta en çok mobil olabildiğimiz zamanlarımızdayız diyebiliriz. Üniversiteden sonraki hallerinize göre kendinizi daha çok tanıyorsunuz, eğer çalıştıysanız elinizde o zamanki size göre daha çok fırsat var. Saçmalamanın normal karşılandığı son hallerinizdesiniz kısaca, dışarda sizi bekleyen bir hayat var. Yüklerinizden kurtulmadıysanız büyük kararlardan önceki son zamanlarınız, hayat gümbür gümbür peşinizden geliyor ama daha umursamayın çünkü başınız sıkıştığında hala sadece 20’lerimdeyim diyebilirsiniz!


Biliyorum az kaldı, hatta bazıları çoktan köprüyü geçti. En azından geriye dönüp baktığınızda herkesin sizle aynı yollardan geçip aynı şeyleri yaşadığını bilmeniz için en çok bu yazı. Hala kafasına birşeyleri takıp anını yaşamayanları silkelemek, bir gün kalkıp “kendime ayıracak bir saniyem bile yok” bunalımlarında ah ne güzel yaşlardı 20’ler kıymetini bilemedim demenizi önlemek için var. Bitirirken: Unutmadan yazıyı okuyan herkesin de bana en azından bir çılgınlık borcu var!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder