16 Ağustos 2012 Perşembe

Nedir bu kafamdan geçenler?




Her yerden konuşmak çağımızın hastalığı ve iki üç kişi bir araya gelince kesinlikle trending topic'leri. Laf dönüp dolaşıp ne kadar çok paylaşıyoruz, ne kadar çok konuşuyoruz, durup düşünmüyoruz'a geliyor. Hatta bunların hepsinin bir tık ötesinde artık ilişkiler sorgulanmaya başlanıyor. Napıyoruz, niye bu kadar çabuk tüketiyoruz, günün sonunda elimize ne kalıyor. Evet şu an bakıyorum ve cevap veriyorum: çoğunlukla hiçbir şey. Olayı kendime çevirdiğimde ve bugüne getirdiğimde değişim inanılmaz. Eskiden daha çok susan, kendiyle vakit geçiren insan, şu an aynı anda 10 kitap okumaya çalışıyor, her zaman her şeyi merak etmesi değişmese de artık merak ettiklerinden çabuk sıkılıyor. Aynı şey insanlar için de geçerli, hiç olmadığı kadar çabuk vazgeçiyorum onlardan. Bir an için beni çok etkileyen şeyler iki saniye sonra sıkıntı sebebi olabiliyor bünyemde. Zaten sanırım yaş aldıkça en büyük sıkıntılardan biri bu sizinle ilgili, bir şekilde insan tarafından uydurulan zaman kavramının içine kalan şeyleri sığdırmaya çalışıyorsunuz. Tahammülsüzlük getiriyor bir yandan bu durum. Kimseye, hiçbir şeye gereğinden fazla zaman ayırmak istemiyorsunuz. Ve hayır sadece karşı cinsten bahsetmiyorum!




Eskiden uzun uzun aralar verir, büyük büyük yazılar yazardım kendi çapımda. Şu an her tanıştığım kişiden bir şeyler öğrenmeye çalışan, günde 100 tane soru soran, kocaman gözlerini insanların üstüne dikip onları anlamaya çalışan ve en sonunda pes eden biri var benimle yaşayan. Kendisini garipsiyoruz ama bir yandan da kabul etmek zorundayız. Hayatımın yeni chapter’ında onu koruyup kollayıp beslemeliyim sanırım. Zamanında çok kahrımı çekti çünkü. Şimdi out of the blue bu blog nerden çıktı, tabi ki ilk blog yazısında bunu atlamamalıyım. Blog olayına 3-4 sene önce bulaşıp bütün içimdekileri yazıp çıkmıştım. O günden beri de Moleskine defterlerim ve ben gayet mutlu mesut saçmalardan seçmeler yapıyorduk beraberce. Yapıyorduk diyorum çünkü kendilerine çok kızgınım. Sonuncusunu kaybettikten sonra, yani yazdığım her şey bir anda uçup gittikten sonra, artık blog yazmaya başlamanın zamanı geldi dedi bir arkadaşım. Herkes en çok kendi için yazıyor aslında, delirmemek için, içindeki havuz problemini büyütmemek adına bir yerlerden bir şeyleri dökmek zorunda. Dökülenler sizin hiç işinize yaramayabilir, ama unutmayın zaten bu durum dökenin de çok umurunda olmayabilir.




Aranızda hayatında istediği şeyi, durmak istediği yeri, ilgi alanlarını çözen bilgeler olabilir. Hepinize bravo ama üzgünüm çok sıkıcısınız. Merak etmezseniz, her gününüz birbirinin aynı geçerse, aynı yollarda aynı insanlarla gidip gelirseniz nasıl büyüyeceksiniz? “Yeterince” hayatımda en nefret ettiğim kelime olabilir. Hiçbir şey yeterince iyi diye hayatınızda kalmasın, hiç kimseyi de yeterince uygun diye yanınızda tutmayın. Merak edin, araştırın, şaşırın, hayatınızda da hep bunları tetikleyen insanları tutmaya çalışısın. Yetinmeyin kısaca, sizi bunu zorlayan ortamlardan, insanlardan da uzak durun. Evet hadi bakalım, bugünlük insanlığa katkım bu kadar olsun. Ve lütfen tavşanları dışarda unutmayalım!


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder